27 Ocak 2011 Perşembe

duyguların ilk versiyonları

duyguların ilk versiyonları ve bizim şartlandığımız versiyonları vardır. en büyük şartlandırma da minnet duygusunda görülmektedir. şöyle izah edelim; aşağı yukarı olarak hangi durumlarda kime minnettar kalınacağını kestirebiliyoruz, bu demektir ki aslında minnet etmek kurallar dahilinde işleyen bir süreçtir. bir insan bize bir iyilik yaptığı zaman ona minnettar kalmamız gerektiğini hissediyoruz. birisi bize kahve getirirse ona teşekkür ederiz mesela bunun gibi bir şey.

ancak centilmenlik yapma maksadı ile yapılan her türlü icraat içinde bir nebze sahtekarlık barındırmaktadır. yani birisi kalkıp da "nereye gidiyorsun?" sorusunun karşılığında "sana kahve getirmeye" diyorsa bu adam sahtekardır. zira bu adam için sizin kahve istemenizin bir önemi yoktur, bu adam kahve karşılığında "teşekkür ederim" cümlesini duymak istemektedir. hadi diyelim ki centilmenlik yaptı ama bunu saman altından, sürprizle falan yaptı. bu ise nitelikli sahtekarlıktır, yani planlanmış, hesaplanmış vesairedir ki karşıdaki insanı allem edip kallem edip onu minnet duygusuyla borçlandırmanın en berbat halidir. şunun gibi düşünün, bir arkadaşınızın parası yok. ona doğrudan gidip "istersen borç vereyim, sonra verirsin" demek daha doğalken, direkman parayı çıkartıp avucuna koymak ne bileyim işi şakaya vurup da "delikanlı adamsın lazım olur" diye espri yapmak biraz sahtedir. ancak biraz düşünürseniz, ikinci örnekteki insanların çok daha fazla sevilen insanlar olduğunu görürsünüz, yani bu insanlar bizim borcu reddetme ihtimalimizi sıfıra indirerek minnetimizi kazanmaktadırlar. "ne süper arkadaşsın sen lan, allah razı olsun" cümlesini borç teklif eden insan değil, borcu size dayatan yavşaklar duymaktadır, halbuki diğer insan da size borç verebilecek durumda olduğu halde diğeri kadar sevimli gözükmemektedir ezberlenmiş toplumsal minnet kurallarına göre.

geçen gün tam futbol turnuvasına katılacağız, 6-7 kişi topladım turnuva için ama bir grip oldum sormayın, oynayacak mecalim yok yani. dedim ki mal gibi evde oturup sıkılacağıma bizim kerkenezlerle takılayım, yenilirlerse taşak geçeyim falan. gittim, bunlar beni görünce sevindirik oldular, "takımı sen kurduğun için mi geldin yoksa" falan dediler. "canım sıkılıyordu" falan demedim tabi, "boşverin bunları önümüzdeki maçlara bakalım" dedim, gaza geldi denyolar ahah. lan madem oynayamıyorum, teknik direktör gibi takılayım da eğlence çıksın dedim, ama göreceksiniz bunlara gaz falan veriyorum, taktik veriyorum falan üff.

bir yandan da hastayım ama eğleniyorum kerataların yanında, bunlara üçer beşer takıyorlar ama umurumda değil tabi ben işin dalgasındayım. bunlar yenilince üzülüyorlar, benim de içimi karartmasınlar diye hemen taşşağa vuruyorum muhabbeti, yüzler gülüyor. açıkçası orada ne aradığımı ben de tam bilmiyorum ama muhabbet oldu işte ama akşama doğru ses mes kalmadı gripten zaten, sikerim dedim ben gidiyom diyip bastım gaza gittim. duydum ki ben gittikten sonra arkamdan "ne süfer herif la" demişler, hasta yatağında duracağına bizimle takıldı falan demişler.

"size koyayım bana bir şey olmasın" dedim içimden. taşşak muhabbetine geldim adamlar bana sakat sakat uefa finalinde oynayan bülent korkmaz muamelesi yapmaya başlamışlar. ee minnet dediğin böyle olmalı tabi.

3 yorum: