dünyada, etrafımdaki birey sayısı kadar aşk tarifi vardı. tabi, bir insan olarak algılayabildiğim bu kadardı, etrafımda değil de uzakta yaşayan her bir insanın da kendince aşk tanımı mevcuttu. her insanın aşkta aradığı şeyler tamamen farklı gözükmese de tamamen aynı da değildi. sadakat, güven, tutku, şehvet, şımarıklık, gülerek vakit geçirme, kavuşamama, uzaktan sevme, romantizm vesaire pek çok şeyden her insanın farklı ölçülerde istediği formülleri vardı.
türk insanının internetle imtihanı döneminde yaşanan forward mail çılgınlığı esnasında bir mail dolaşırdı; "...onsuz yapamayacağını düşünüyorsanız... bu aşk değil muhtaçlıktır. hatalarını affediyorsanız... bu aşk değil dostluktur... o mutsuzken sizin de kalbiniz acıyorsa, bu aşktır..." diye tanımlar içeren bir mail yüzünden çok acayip bir nesil bugün sokaklarda geziniyor. "ben sana bu kadar değer veriyorken sen arkadaşlarınla maç izliyorsan...bu aşk değil fanatizmdir", "ben tatildeyken şuleyle sinemaya gittiysen... bu aşk değil... değildir.. ühü ühühü.." diye pek çok insan aşk tanımları yapmaya çalışıyor. bu mailler, msn iletileri, facebook iletileri, ekşi sözlükte "aşk" başlığındaki entryler ve benzeri yerlerde kullanılan her üç noktadan iki tanesi israf oluyor. tüketim toplumu tabi ki bunu umursamayarak bol bol nokta harcıyor, "aşk kaybedeceğini bile bile ateşlere atlamaktır..." cümlesi bu sebeple çok sayıda insanı güldürüyor fakat düşündürmüyor.
toplum dinamikleri ile beraber aşk kavramı da değişim içerisinde. günümüzde "aşk anlamını yitirdi amına koyım, millet bugün bir kızla ertesi gün öbür kızla çıkıyor" diyen insanlar muhtemelen bundan elli sene evvel yoktu. değişimden hoşlanmayan insanlar, anlam yükledikleri şeylerin farklılaşmasından elbette hoşlanmazlar. bu sebeple "aah ah nerede o eski ramazanlar", "hayatında türk sanat müziği dinlememiş insanlar var muhterem", "biz mezun olduktan sonra lise çok bozulmuş hacı" cümlelerini her gün duymaktayız.
aşk da içi boşaltılan kavramlardan biri. elbette ben ve benim gibi düşünen insanlar için. ben sağda solda "aşkitom, akşam bişiler yıpılım mı cınım" diyen insanları fark ettikçe bu düşüncem daha da keskinleşiyor. "kız kısmısını fazla başıboş bırakmayacaksın, birazdan arıyorum, gece 10dan önce annesinin dizinin dibinde olmazsa yarın ağzına sıçarım onun" diyen arkadaşımın bu cümlesinde de aşkın tarafımca anlamını bulamıyorum. ama sorsan ona deliler gibi aşıktır, dediğim gibi kullandığımız ölçüler çok farklı. "manitadan ayrıldım akşam rus çağıralım bilader" diyen adam hala kendince o kıza aşık olabilir, "dün sınıfta göz göze geldik, gülümsedi bana" diyen insan da kendince aşık olabilir. ha, kafamızda canlandırdığımız aşık adam imajina belki bir tanesi uymaz, bir tanesi daha şiirsel gelir, bir tanesine hak veririz ya da bir tanesine "olm ruh hastası mısın sen" deriz. bütün bunlar yüklenen kişisel anlamlar kaynaklıdır.
aşkın anlamını yitirmesine gelelim. düşünün ki biz hayatta tek bir aşk yaşanabileceğine inanan biriyiz, yetiştirildiğimiz dünya bize hep bunu göstermiş, ebevenylerimiz hatta tüm hısım akraba aşk evliliği yapıp sonsuz mutluluğu bulmuşlar. biz de okuduğumuz kitaplardan bu tür aşk hikayelerini cımbızla çekmişiz, hayatının aşkını bulan kahramanların olduğu filmlere tapmışız vesaire. biz bu tür bir anlam yükledikten sonra, kahvedeki vatandaşın "tek çiçekle bahar geçer mi oğlum", "ayşeye aşığım ama fatmaya da aşığım", "sevgilime çok aşıktım ama o gece bardaki o kıza çaktım", "yarın konuşacağım haleyle, o olmazsa jaleye yazmaya başlayacağım", "abi biz beşinci sefer ayrıldık damlayla" , "ben lise boyunca yirmi üç kızla çıktım" (örnek cümlelerin sonu gelmeyecek) demesi ile huysuzlanıyoruz ve repliğimizi sarf ediyoruz: "aşk anlamını yitirmiş artık". aşkın anlamıyla bizim kadar kafa yormayan arkadaşlarımız bize siktiri çekiyor, biz onlara kafamızda canlandırdığımız, bizce olması gereken aşk anlamını onlara aşılayamadığımız, aşılayamayacağımız için de aşkın anlamına daha da sarılıyoruz, bizim gibi düşünmeyen herkesi yanlış olarak kabul ediyoruz.
bundan sonra, "aşk anlamını yitirmiş" diye diye mecnun olup çöllere düşüyoruz. tıpkı yazının başındaki mail gibi "senin esraya duyduğun hisler aşk değildir...hoşlanmadır", "senin ceydaya duyduğun hisler aşk değildir...sadece sikmek istiyorsun" gibi yargılarda bulunuyoruz. kafamızdaki tanıma göre her ilişkimizde anlam arıyoruz, "aşk acı çekmektir", "aşk hep onu istemektir", "aşk bile bile tutsaklıktır" diye siktiriboktan sakız kağtları gibi çevremize ilim irfan saçıyoruz. mesela bir brezilya dizisi izleyip jose fernandezin cecillia ile yaşadıkları aşkı kendisine emsal olarak alan bir kız, her ilişkisinde oradaki gibi fırtınalı, tutkulu, bulup bulup kaybetmeli vs bir aşk arıyor, diğer ilişkiler için "aşkın anlamı bu değilll" diyebiliyor.
yahut, eskiden yaşadığı bir ilişkide saplanıp kalan insanlar, diğer ilişkilerinde de o anlamı aramaya çalışabiliyor. lisede bir kızı çok sevip de diğer ilişkilerinde de o kadar sevemeyeceğini hatta o kadar sevmeye layık bir insan bulamayacağını düşünebiliyor. pek çok insan için, ilk öpüştüğü insan, ilk kez elini tuttuğu insan vesaireden sonra aşk anlamını yitirmektedir, çünkü bir daha kimseyi o kadar çok, o kadar saf, o kadar bilinçsizce sevemeyeceğini düşünüp "biz büyüdük ve kirlendi dünya..." kişisel iletisini yazıp köşesine çekilebiliyor.
vesselam,
aşkın anlamını yitirmesi dediğimiz şey;
hem genel aşk kavramının, kişinin olması gerektiği gibi olmadığını düşünmesidir; ör: sevdiği kızla, ailesini çevresini karşısına alıp dünyaya meydan okuyup da kaçıp yuva kuran bir adamın, başlayıp başlayıp biten ilişkilere bakıp da "aşk anlamını yitirmiş artık" demesi,
hem kişi tarafından aşka yüklenen anlama müsait bir ortamın olmaması, düzenin değişmesidir. ör: ilk sevgilisini unutamayan bir insanın, diğer ilişkilerinde daha evvelden hissettiği tutkuyu, heyecanı hissedemeyip de "benim için aşk anlamını yitirdi" demesidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder