gün boyunca güneşin yaktığı her yer gece küle dönüşmüştü. doğu yönünde güneşin kızıllıklarının uyanmasına dakikalar kala, iyice serinlemiş hava bir yaz yağmurunu haber veriyordu. nitekim, doğmak üzere olan günü selamlamak için göğe baktığımda, utangaç bir yağmur damlası burnumun ucuna konuvermişti bile. doğa olaylarına tapan eski insanlar gibi yağmura her daim bir saygım olmuştu, şimdi cehennem sıcaklarını yaşadığımız bu günlerde yağacak bir yağmur adeta dondurucu soğuğa direnen nazlı kardelenler ya da en karanlık gecede parlayan bir yıldız gibi umudun simgesiydi benim için. yağmurun üzerimize yağması, ruhu dinlendiren bir şeydi, belki üzerindeki tüm yorgunlukları, kirlenen dünyanın kirlenmiş bir bireyini yıkaması gibiydi. nasıl ki ateşe bakan insanlar alevin tonlarının her raksedişinde sıkıntılı dünyalarında biraz rahatlarlarsa, gökten düşen her damla yüreklerdeki acıların üzerine yağıp onları toprağa akıtırdı.
ellerimi açıp her bir damlayı tutmaya çalıştım. yeşillikler, bu ürperten ama dingin dokunuşlarla canlı canlı parlamaya başladı. üzerimizden akan, hayatın getirdiği kirleri şu anda göremememiz, gecenin bir lütfuydu. gün doğumunda gözler görür olduğu vakit, yeniden doğmuş gibi temiz ve taze olduğumuzu görecektik. halen karanlıktı ve ayın ışığını taşıyormuşçasına, bulutların gözyaşları ışıl ışıl üzerime yağıyordu. gülümseten bir şeydi, birazdan bitiverecek, yerini güneşin acımasızlığına terk edecekti...
nazlı yarim bana "gel" diye haber salmışçasına hislenmiştim. sıradan bir doğa olayına bu kadar anlam yükleyecek kadar ruh hastası olamazdım. karnımdan yükselen gurultuları bastırmak için sokağa çıkıp poğaça almaya fırına gittiğimde yağmur durmuştu bile. bir çöpçü "ne pis sokak bu mına koyım" diye söylenerek yerleri süpürüyordu. yağmuru sikine taktığı yoktu. böyle olmak lazımdı aslında, yeni doğan bir günü, bir yaz yağmurunu, gökkuşağını, simit peşindeki martıları, gülümseyen bir ihtiyarı ve binlerce sıradan zamazingoyu anlama boğmak o kadar saçmaydı ki. yağmur kirlenmiş ruhumu yıkayacakmış, hahahassiktir. kendime geldiğime mutlu olmuştum.
eve gelip öküz gibi poğaçaları yedim. sabaha karşı yağan bu yaz yağmurunun tek faydası olmuştu, bu sıcakta yirmi dakikalığına nefes aldırmıştı, hava ne sıcaktı mına koyım, insan durduğu yerde terliyordu. doymuş karnımı ovuşturarak yatağıma girdim. dışarıda yepyeni bir gün başlıyordu ve pek çok insan güneşin doğumunu izlemek yerine uyumayı tercih ediyordu. yemek yemek, uyumak ya da benzeri insani ihtiyaçların yanında gün doğumunun, yaz yağmurunun, otun bokun lafı mı olurdu. yiyip, içip, yan gelip yatmaktan öte sanatsallık yoktu, anlam yüklemeye uğraşan gözü yaşlı romantikler, kafayı yastığa gömüp şöyle şiir gibi bir uyku çekseler, onlar da kendilerine geleceklerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder