bugün sevgililer günüydü. birbirini seven her çift, şu anda birlikte bir şeyler yapıyor olmalıydı. bense şubatın tek güzel gününde yalnızdım. kaç insan sevgilisinden, sevgililer gününden bir kaç gün önce ayrılırdı ki. bu sebeple bir kaç gündür durmadan içiyordum. bugün de akşama kadar içmiştim, daha fazla evde duramayacağımı, dışarı çıkmam gerektiğini hissettim. telefonuma son kez baktım ve gerçekten de kimsenin aramadığını görünce telefonu duvara fırlatıp evden dışarı kaçtım.
sokaklarda, gözlerimi kaçırdığım her köşede bir çift el ele yürüyordu. sokağın ortasında birbirine sarılmış iki sevgilinin yanından geçerken, onlara öfkeyle bakan tek kişi ben oldum. hava soğuktu, sevgililer günü için fazla soğuktu ama kalbi olan kimse buna aldırış etmemiş, havanın kararmaya başladığı şu dakikalarda bile neşeyle öpüşerek gülüşerek benim gibilerin içini cız ettiriyorlardı.
kimse tutmadığı için üşüyen elimi montumun cebime soktum ve tamı tamına bir kaç gün önce alıp cebime koyduğum sevgililer günü hediyesini avcumun içinde buldum. ufak bir şeydi, hiç bir zaman sevgilisine peluş ayı alan tiplerden biri olmamıştım. daha fazla yürümeye o anda mecalim kalmadı. en yakın çöp kutusunun sevgililer gününü kutladım ve bir pub bulup, alkolsüz çalıştıramayacağımı anladığım ruhumu teslim ettim. bir bira içip eve dönecektim, bugün şahit olduğum manzara yeterliydi artık, sadece beni eve götürebilecek tek bir biraydı ihtiyacım.
tüm masaların dolu olması beni şaşırtmadı. bugün sevgilisi olmayanların kuytu bir masada alkol alma hakkı, aziz valentin tarafından ellerinden alınmıştı. garson yanıma geldi, "bir kişi mi" diye sordu. gözlerine öfkeyle bakmama aldırış etmeden alaycı bir ifadeyle sırıttı, tezgahın önünde, bugün saplara tahsis edilmiş olan yüksek bar taburelerini işaret etti.
ilk biram geldiği zaman, tüm masaları kaplamış olan çiftlerden yükselen aşk kokusunu hala sindirememiştim. her zaman siktiriboktan müziklerle çınlayan pubda bugün slow parçalar, hırçın dalgalar gibi kalbimin duvarlarını dövüyordu. bira kupasını elime alıp kaldırdım, kocaman bir yudumu mideme gönderdim ve bardağı indirmeden köpüklü, altın sarısı bu mucizevi içeceğe bakarak daldım gittim. aldığım yudum mideme doğru soğuk soğuk yol alırken, "keşke beni bırakıp gitmeseydi" diye mırıldandım.
biramı tekrar kafama diktiğimde, sanki o yanımdaymış gibi hissettim. kafam dumanlıydı epey, mantıken sorgulamak istemedim. aldığım her yudumda silüeti beliriveriyordu. sanki, masa bulamadığımız için tezgahın önünde, yanyana gene beraber oturuyorduk. adını söyledim, gülümseyerek bana baktı.
biram bitti, gene beni neşelendirmeyen bir kalabalığın içinde olduğumu fark ettim, çiftlerin içimi karartan uğultusu içinde tek başımaydım.
ikinci biramı istedim, önüme bırakıverdiler. hemen kafama diktim. şimdi, başını omzuma yaslamıştı, yumuşacık yanağını hissediyordum. döndüm, gözünün kenarından öptüm, sıcacık elini tuttum. derken bira bitti, elimde boşalmış soğuk cam bardağı tuttuğumu anladım.
üçüncü biramı içerken, beraber uzanmış televizyon seyrediyorduk. göğsüme yatmıştı, saçlarını kokladım, ellerimi arkadan beline sarmıştım, bira bitene kadar da bırakmadım. yalnızlar rıhtımına demirlemiş olduğumu yeniden fark ettiğimde bir bira daha istedim.
...
gece ilerledikçe yavaş yavaş evlerine giden sevgililer, taburelerin üzerinde sızıp kalmış bedenime acıyarak baktılar, "sevgililer gününde yalnızmış, efkarından sızana kadar içmiş" dediler. biranın her yudumuyla yaşadığım hayalleri asla bilemeyeceklerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder