sahilde bir bankta oturuyor, yarı dolu bira şişemi elimde tutarak güneşin batışını izliyordum. ufuk giderek kızllaşırken elinde bastonuyla bir adam yaklaştı ve yanıma oturdu.
elimdeki biraya hoşnutsuzlukla baktı ve "günah değil mi bunu içmen, cehennemde yanacaksın" dedi.
"ateistim ben" diye yanıtladım onu ve birkaç yudum daha aldım, güneşin günle vedalaşmasını kaçırmak istemiyordum.
"demek ateistsin?" dedi adam. "yok mu yani tanrı?" gözlerimi ufuktan ayırmadan "yok bence" dedim.
"yani bu gök, bu yer, bu güneş kendi kendine mi oluştu?" dedi dudaklarındaki alaycı gülümsemeyle.
"ben yapmadım, sen de yapmadın" dedim.
"yok mu bir yaratan yani?!" biraz sinirlenmiş gibiydi.
"ne diyorsun be amca mına koyım" diye tersledim. güneş bir çizgi gibiydi şimdi.
"doğru konuş!" dedi adam bastonunu yere vurarak.
"iyi doğru konuşayım. allah yok, o yaratmadı bunları" güneş kayboldu.
"allahtan kork ulan, cayır cayır yanacaksınız sen ve senin gibiler" dedi adam. cehennemi anlatmaya çalışıyordu, demek ki ben de ona at kafalı tavuklar kümesini anlatmalıydım. kızıllığa bakıp biramdan biraz daha içtim.
"ölünce gideceğin yeri hiç düşünmüyor musun?" diye sordu bu sefer, canımı sıkmaya baklamıştı.
"cehenneme gideceğim sanırım değil mi?" biranın dibi sidik gibi olmuştu.
"mangalda sucuk gibi yanacaksın" diye iştahla yutkundu.
"gübre olmayı tercih ederim" dedim. şişeyi bankın dibine bıraktım.
"nasıl yani?" biraz şaşırmış gibiydi.
"neticede ölümden dönen yok, nereye gideceğini sen de bilmiyorsun" diyerek yanaşan bir vapuru izlemeye başladım. "pratik olarak sen de gübre olacaksın bu arada" diye de ekledim.
"ben cennete gideceğim" diye buyurdu.
"ee?" dedim.
"yani, ben cennete gideceğim, sense yanacaksın!"
bir sigara uzattım adama, nefretle bana baktı. "ben gübre olacağım, sen de gübre olacaksın beyamca" dedim, sigaramı yaktım.
"nah!" diye cevabı yapıştırdı. "ölünce ya cennete ya cehenneme gidilir"
"hıı.." derin bir nefes çekip dumanı havaya saldım. kaşlarını çatarak baktı bana.
"ver hadi bir tane de bana"
tekrar uzattım sigarayı, aldı, yaktım, içmeye başladı.
"ölümden korkmuyor musun?" meraklı bir ifade vardı yüzünde, çocuksu bir merak.
"neden korkayım?" dedim. "herkes ölüyor neticede"
"ulan, şimdi ölsen, gencecik çocuksun, üzülmez misin?"
sıkıntıyla ona baktım, ölen birisinin üzülebileceğini düşünüyordu.
"ben korkarım ölümden" dedi, o da sigarasının dumanını rüzgara saldı.
"neden korkarsın?" diye ben sordum bu sefer merakla.
"bilmem, korkarım işte" o da vapuru izlemeye başlamıştı.
"sen ölünce cennete gideceksen niye korkarsın?" ben de merak etmiştim.
"bilmiyorum, aslında korkmuyor da olabilirim" gözlerini kısarak karşı kıyıya bakmaya çalışıyordu.
"bence sadece ölürken çekilebilecek fiziksel bir acıdan korkuyorsun. insan bilmediği şeylerden korkar, daha önce ölmediysen ölümden korkabilirsin, çok normal bu da" izmariti attım.
"yani, neticede cennete gideceğim" inatçı bir ifadeyle bana baktı.
"ben gübre olacağım" dedim. "belki de canım bir çiçeğin bedenine yürüyecek. sonra o çiçeğe bir arı konacak.."
"sus deyyus" dedi. kızmıştı, öldükten sonra cennete gidemeyip de bir arı olma olasılığından korkmuştu.
sustum. bu kadar konuşma yeterli hatta aşırıydı, hem bana hem ona.
"senin ölümden çok korkman lazım" dedi, çocuksu sevimliliği geri gelmişti.
"ya amca, ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum" dedim. "yani öleceğim, tamam anladım çok sağol, ama korkmuyorum."
"ya allah varsa diye hiç düşünmüyor musunuz ulan" bastonunu gene yere vurdu.
"allah varsa bana ne yapacak?" diye sordum.
"sucuk gibi yanacaksın ulan dingil" dedi.
"inanmadığım için cehenneme gönderiyorsa..." diye başladım. vazgeçtim, rüzgarla, denizle konuşmak daha manalıydı çünkü. "amca bana ateizmi savundurtma şimdi" diye bitirdim.
"korkuyorsun, evet korkuyorsun! ya allah varsa diye korkuyorsun zibidi" ayağa kalktı. "o zaman öldükten sonra göreceksin ebenin hörekesini, keşke inansaydım diyeceksin"
"evet evet, onu da artık o zaman düşünürüm" diye karşılık verdim, elektrik faturasının son gününün yarın olduğu aklıma gelmişti amca sayesinde. unutursam, ebemin hörekesini görüp, keşke zamanında yatırsaydım diyecektim.
bastonuna dayanarak kalktı. yaşlananlarda oluşan ölüm korkusu çok sıkıcıydı. ölüm korkusu adamı böyle cozutturuyordu demek ki. "en azından cennete gideceğini düşünüp mutlu oluyor" diye düşünerek onun için sevindim. tabi benim gibilerin yanacağını düşündükçe daha da mutlu oluyordu. o da haklıydı, ben de onun gibi tüm hayatım boyunca sadece cennete one way ticket almak karşılığı uğraşsam, ibadet etsem, inancımı benimsesem, en nihayetinde karşılık almayı, bedel ödemeyenlerin ise herhangi bir şeyden yararlanmamasını isterdim. allah varsa ve sınırsız hoşgörüsüyle ateistleri de affedip cennete alırsa amca bozulurdu belki. marcel aymenin poldev masalının son cümlesi aklıma geldi. "bayan borboie, bu son alçalışı bir hıçkırık içinde sineye çekti, ama bir saniye sonra unutup gitti, çünkü tanrı ülkesine girmişti artık, burada niçinler, nasıllar hiç ama hiç anlam taşımıyordu"
"ne gülüyorsun serseri"
"hiç" diye yanıtladım onu, hava kararmaya başlamıştı. sahi, gübre olup da çiçeğin bedenine yürümek daha güzeldi. amcanın ölüp de gideceğini umut ettiği yerde sınırsızca içebileceği biradan bir tane daha almak için kalktım ve yürümeye başladım. amca benim ters istikametimde uzaklaşıyordu. bir gün bir yerde tekrar buluşacaktık, ya öbür tarafta ya toprakta, açıkçası umurumda değildi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder