iki yüzlüydü dünya, sadece bir yüzü görünüyordu, diğer yüzü karanlıktı. güneşten aldığı ışık da olmasa tümüyle uzaydan kaybolacaktı, herhangi bir göktaşından farkı kalmayacaktı. güzeldi, hem de çok güzeldi ama uzaktan çok güzeldi. aslında alttan üstten basıktı ama belli etmiyordu. yüzeyi pürüzlerle kaplıydı, kimi yeri engebeli kimi yeri elde dağılan kum denizlerinden oluşmuştu. büyük bölümü denizlerle kaplıydı, derin gözükse de derin değildi, boyutuyla kıyaslanınca çok yüzeysel kalıyordu o mavilik. etrafında dönen bir doğal uydusu olmasına rağmen, yeni yeni uydular yaratıyor, sonra da etrafında dönüp dursun diye fırlatıp atıyordu onları. eskiden çok daha kendini beğenmişti, tüm evren etrafında dönüyor zannediyordu ama sonra anladı ki sadece ay onun etrafında sadakatle dönüyor, hatta güneşten aldığı ışığı bile onunla paylaşıyordu. dünya ayı küçümsedi, onun gözü güneşteydi, o büyüktü, o güçlüydü, bu sebeple ona taptı, onun etrafında döndü. ayı sevmedi, ona arkasını dönmeye çalıştıysa da ay hep onun etrafında döndü, hep aynı yüzüyle baktı ona.
dünya pek çok varlığı ağırladı. onlara hayat verdiği gibi acı vermesini de bildi. kimileri mutlu oldu ama kimse dünyada sonsuza kadar mutlu kalamadı. en sonunda da "yalan dünya" diye son nefeslerini verdi o insanlar. dünya açgözlüydü, hep yenilerini yarattı, adil davranmadı, kimine çok verirken kimini sefalete terk etti. o terk edilenler, diğerlerini kıskandı, onları suçlu buldular ama asıl suçlunun dünya olduğunu anlamadılar. dünyayı aralarında pay edemediler, hep savaştılar, birbirlerini kırdılar, en güçlüler hükmetti dünyaya ama kimse kalıcı olamadı.
insanlar dünyada iz bırakmak istediler ama dünya onları da yuttu, zamanla toza dönüştürdü ya da bencilce içine sakladı. insanlar bu gizleri keşfetmek istediler, dünyanın sert yüzeyini kazmaya uğraştılar. artık güzel olmayan tahrip olmuş kimi güzellikleri buldular, eskiden dünyada yaşayan tanımadıkları bazı canlıların kemiklerini buldular, onlar da bir zamanlar kendilerini dünyanın hakimi sansalar da akibetleri yutulmak olmuştu. dünyanın daha derinlerinde ateşler kaynar, dünya arada patlar ve insanların üzerine, kentlere o ateşi döker, siniri geçince yatışır ve ateşin sadece görünen kısmı küllenir. insanlar bilmezler, tekrar aynı yere gelip bir kent inşa ederler ama dünya hep içten içe insanlara nefretini kaynatır ve tekrar tekrar ateşini salar.
dünyayı erkekler yaşanır kıldılar, hayatta kalabilmek için, soğuğundan korunmak için uğraştılar. yağmur yağdı ıslandılar, dünya yüzünü güneşe döndü kavruldular. dünya onlara kimi zaman cömert davrandı, bol bol verdi, kimi zaman karlarla örttü kendini aç, açık bıraktı. insanlar kimi zaman ektiğini biçti, kimi zaman ellerinden bir şey gelmedi, yel üfürdü sel götürdü, emekleri boşa gitti. dünyayı kendilerine uyduramayacaklarını anladılar, kendilerini dünyaya uydurmak zorunda kaldılar. dünyanın sundukları için birbirini boğazladılar ama dünya kimseye yar olmadı.
pek çok insan dünyada tek bir yere bağlı yaşadı. bir mutlu olamayanlar kalkıp gezdiler, yeni güzel yerler gördüler, diğerlerine de anlattılar bunları. dünyanın keşfedilmemiş yerlerini merak ettiler, gizli güzellikleri merak ettiler. gezen insanlar bile bir yerde mutlu olamadı, hep yeni yerlere gitmek istediler. ancak insanlar dünyada sıkışıp kalmışlardı, gidebildikleri yerler dünyayla sınırlıydı. ancak dünyaya sırtını dönebilen insanlar uçsuz bucaksız evreni gördü, yıldızlara hayran kaldı. "başka dünyalar da var mı" diye düşünmeye başladılar. cevabını bulmaları zor gözüküyor, dünyaya mahkum ve muhtaç insanlardan, atmosferin ötesini hayal edebilen herkes, dünyanın çekiminden kurtulmayı merak eder, gerçek özgürlüğü tatmak ister.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder