9 Ekim 2010 Cumartesi

nirvanaya erecekken akla komik bir şeyin gelmesi

allahın siktir ettiği bir dağda, bağdaş kurmuş oturuyordum. tüylerimi diken diken eden haşin bir rüzgarın tırmaladığı tenim titriyor, günlerdir dünya nimetlerinden uzak tuttuğum midemden yükselen feryatlar, nirvanaya erme azmimi kırmaya uğraşıyordu. "nirvanaya ereceğim" diye tutturup yalın ayak bu dağa tırmanalı bilmemkaç gün olmuştu ve iradem çok büyük bir savaşın ortasında tüm ikmallerden mahrum bir şekilde ayakta kalmaya uğraşıyordu.

dayanamayacaktım. burda nirvanaya eremezsem dağdan inerken yerim diye yanıma aldığım tahin ve pekmez kavanozlarını çantamdan çıkarttım. güzelce kardım ve artık iyice kurumuş olan ekmeğimin üzerine çaldım. tam ağzıma atıyordum ki bir damlacık kalmış iradem, "nirvanaya ermene az kaldı, tüm dünya zevklerinden uzak durmalısın, o tahin pekmezli ekmeği yersen asla nirvanaya eremezsin!" diye bağırdı. ağzımın suları akıyordu ve titreyen ellerimin ucunda tahin pekmezli ekmek duruyordu. kendimi zorladım ve ekmeği ağzımdan uzaklaştırdım. irademin duymayacağı kadar bir sesle içimden küfrettim ve börtünün böceğin yemesi için ekmeği dağdan aşağı fırlattım. "nirvanaya ereceğim diye geberip gideceğim" diye düşündüm. sonrasında öfkemi, duygularımı, açlığımı, üşümemi her bi boku kontrol edebilmek için tekrar konsantre oldum.

biraz zaman geçti. nefsim körelmişti, derin derin nefes aldım, dünyevi olaylardan ruhumu uzaklaştırdım. ve o anda hissettim. nirvanaya eriyordum. ermek üzereydim artık, sonunda aşmış insan olacaktım. kesinlikle böbürlenme manasında söylemedim bunu elbette, nirvanaya ermenin son aşamasında, "sonunda nirvanaya eriyorum lan" diye coşacak veya şişinecek durumda değildim. hayat, doğa, dünyanın ruhu ile bütünleşmek üzereydim.

ve o anda hissettim. günlerdir, yarı aç karnına şaldır şuldur dağın buz gibi kaynak sularını içe içe, soğuk taşlara otura otura, dağın dondurucu rüzgarı da belime vura vura midem fena halde bozulmuştu. marşı basmayan araba gibi sesler çıkarıyordu, nirvanaya ermek üzereyken altıma sıçacaktım. nirvana geliyordu, motor tekliyordu. gözlerimi yumdum, bedenime hakim olmaya çalıştım. aşmak üzereydim, aşıyordum, insanların dertleri tasaları benim fersah fersah aşağımda kalacaktı artık, garip güç savaşlarını gözlerim görmeyecek, bedenim hissetmeyecekti. aşıyordum.

nedense, o esnada aklıma, ilkokulda sıra arkadaşım olan serhatın, tam da öğretmen defterini kontrol ederken altına sıçması geldi. olay tam yanımda olduğu için "pötürtorrrt" sesini çok net hatırlıyordum. bu ıssız dağda, sanki rüzgar o sesi tekrar bir yerlerden kulaklarıma taşımıştı. gülmemek için kendimi zor tutuyordum, nirvanaya ermek üzereydim ve liseye kadar taşak geçtiğimiz serhatın görüntüsü gözlerimden gitmiyordu. "git serhat git" diye usulcacık fısıldadım. gitmedi. ama ben gülmemek için direndim...

o anda nirvanaya erdim. artık serhatın düştüğü durum bana komik gelmiyordu. hemen nirvanaya erdiğim yerden kalktım ve bir kaya dibinde hacetimi giderdim. bir kaç parça eşyamı çantama attım ve dönüş yoluna koyuldum. içimi, sıçmaktan da gelen, ama aslen nirvanaya ermekten kaynaklanan bir dinginlik bir mutluluk kaplamıştı. artık dünyadaki diğer insanlara doğru yolu gösterecektim, herkese huzur verecektim. ama nirvanaya, altına sıçmak üzereyken ve aklında altına sıçan bir arkadaşı olduğu halde girmem yüzünden bir burukluk da yaşıyordum. nirvanam eksikti sanki.

evren bana bu kadarını layık gördüyse, daha fazlasını da almaya çalışmak açgözlülük olacaktı. nefsim terbiye edilmiş olduğundan nirvanaya daha fazla erme fikrini aklımdan sildim ve elimdekiyle yetindim. insanların arasına tekrar karıştım. o gün bu gündür, ne zaman kurt cobainin söylediği bir şarkıyı duysam, midemde bir şeyler düğümlenir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder