mevsimlerden cehennem günlerden herhangi bir gündü. kızgın kaldırımları arşınlıyordum, alnımda boncuk boncuk terler vardı. tam da sıcağa alışılan ender anlarda kavruk bir rüzgar esiyor, anlık ferahlatmasının ertesinde insan ne kadar da bunaltıcı bir konumda olduğunu yine hatırlıyordu.
"ayyyyh ne şekerrrr..!"
ne zaman bu feryadı duysam kemerimdeki kırbaca uzanırım. istemsizce elim yine kemerime uzandı ama orada bir kırbaç yoktu, zaten hiç olmamıştı. derin bir soluk aldım ve üzüntü ile koyverdim. bu sefer neydi acaba; bebek arabasındaki bir bebek, bir kedi, dişleri dökük bir kız çocuğu... insana sefaletini ancak kendinden daha sefil bir varlık unutturabilir, bu yüzdendir böylesi bir şey görünce kabaran şefkat.
ufak bir köpek, pek de sevimsiz, buruşuk derisi, bodur bacakları ve meymenetsiz çehresiyle çirkinlik kavramının fiziken birebir karşılığı olan bu berbat hayvan, şu anda bir kız grubunun ilgisini üzerinde hissetmesiyle beraber sevinçten deliye dönmüş, bir dolmalık biber estetiğindeki kuyruğunu sallamaya uğraşarak tasmasını çekiştiriyor, sahibinin etrafında dönerek kendince daha şirin, daha ilgi çekici görünmeye uğraşıyordu. pek tabi; aşağılık bir varlığın ilgi çekmeye böylesi aç olması şaşırılacak bir şey değildi, elleriyle boynundaki tasmaya hükmeden sahibinin cinsinden bu canlılar onun efendileriydi, onları güldürebilirse dünyanın en başarılı soytarısı olarak ne kadar övünürse azdı.
bu kız güruhu, şüphesiz ki bir bebek onlara gülümsediğinde, belki de yakışıklı bir erkek onlara bakış attığında alacakları hazza yakın bir haz duyabiliyordu. gülen bir bebek resmi ya da heykeli ya da ne bileyim ona benzer bir şey bu kimselerde asla buna yakın bir tepki doğurmayacaktı, onlar canlı bir şeye hükmetmek, ondan üstün olduğuklarını bir şekilde hissedebilmek istiyorlardı. bebekler zeka noksanlıklarının etkisiyle alelade şeylere gülebilir ya da ağlayabilir. "ce eeee" yaptığınızda bundan keyif alabilecek yegane varlıklar insan bebeği denilen bu garip canlılardır. güldürmesi bu kadar kolay olan canlıları güldürebilmek, bir şeyi tutup ağzına götürme refleksinden başka yeteneği olmayan bir canlının parmağını tutmasını sağlamak yetişkin bir insana nasıl keyif verebilirdi ya rabbi, bunu anlayamıyordum, anlayamayacaktım da.
kızlar birer birer "gel bakiim buraya, ah canııım nasıl da bakıyor" diyerek köpeği kendi yanına çağırıyor, köpek de koskoca bir insanın kendini muhattap olarak görmesinden duyduğu memnuniyetle sevinçten deliriyordu. "neden?" sorusu döküldü dudaklarımdan, altı üstü bir köpek, "canım" diyebilir misin bir köpeğe, tanımadığın bir çocuğa "canım" diyebilir misin, dersin de neden dersin? bir şeyin "canım" olması bu kadar basit midir?
bir martı "canım" değildir mesela, gökyüzünde zaman zaman yüzlercesini bile görebilirsiniz çünkü, özgürce uçmaktadırlar. ama kanadı kırılmış bir martı "canım"dır. yeni doğmuş bir kedi yavrusu "ah kıyamam"dır mesela, sizden kaçmaz çünkü, kaçamayacak, sizden kötülük beklemeyecek kadar acemi ve zavallıdır. önünde şaklabanlık yapan dana kadar adamlara gülebilen bir bebek zavallıdır.
bir sivas kangal asla "aaa ne şekerrr" diye sevilmez. çünkü istese götünüzü kopartabileceğini tahmin etmeniz zor değildir. kangallar zavallı canlılar olmadığından bir takım fifiler gibi duygular uyandıramazlar.
bilemiyordum, insanların bu tür sefil canlıları neden sevebildiğini anlamıyordum. ben sevemiyordum mesela, bir bebek görünce, yüzündeki masum ifadeyi değil de ağzının kenarından akan iğrenç tükürükleri silmekten aciz oluşunu görüyordum. sokaklardaki kedilere neden su kabı konduğunu anlamıyordum, bunu hak edecek ne yaptıklarını çözemiyordum.
belki de ne kadar sefil birisi olabileceğimi hatırlatıyordu bütün bu varlıklar bana, bunu hiç bilemiyordum.
iyi bu
YanıtlaSil