9 Ekim 2010 Cumartesi

izmir'de sonbajar bitimi

insanı yapış yapış eden yazdan kurtulmuştum. insan gene de terliyordu ama nispeten daha insani koşullarda. sahilde yürürken rüzgar tenimde serinliğini bırakabiliyordu. gözlerimi göğe kaldırdığımda güneşi biraz aksi biraz neşesi kaçmış görüyordum ama izmir güneşi bu, aksiliği uzun süremezdi ki, sıcakkanlıydı o da, biraz tepeye çıktığında her şey tıpkı eski günlerdeki gibi oluyordu. yalnız yağmurlar küsmüş gibiydi izmire, zaman zaman bulutlarla karşılaşmayı umuyordum, tüm gün sokaklarda onu arıyor, geceleri pencere önünde, geldiğini haber verecek bir kaç damlasını bekliyordum. o bir kaç damla yağmuru önce avuçlarımda, sonra kollarımdan dirseğime süzülürken hissetmeyi unutmuştum adeta. körfez şahit ki o yağmur göz kırptığında, ben askerden abim gelmişçesine dışarı koşacak, onunla beraber saatlerce yolları mahalleleri arşınlayacak, unuttuğu güzellikleri birer birer hatırlatacak, aylarca bizimle kalmasını teklif edecektim. kıramazdı beni, o da tutkundu izmire.

uzun süre gelmedi yağmur, ben sokaklarda tek başıma yürüyordum. kırgındım ona, hava sıcak mı soğuk mu kestiremiyordum, bir dönekti havalar. işte öyle bir gün, tiril tiril giyindiğim bir gün, otobüsle eve dönerken ufukta beliriverdi kara bulutlar. o gün eve onunla beraber döndüm, saçlarımdan ayak parmaklarıma kadar tüm bedenimle karşılamıştım onu, kırgındım belki ama o gelmişti yine de. sadece üstümü değiştirmek için eve girdim, çıkınca tüm yorgunluğuma rağmen elinden tutup sahile götürecektim onu, beraber ıslak bir banka oturacaktık, onun denize girmesini seyredecektim, o yağmuru sevmeyen yaşlı teyzeleri, homurdanan aksi insanları ıslatacak sonra beraber onlara bakıp gülecektik. ben daha evden çıkamadan yağmur gitmişti. koca sonbaharda bir günlüğüne uğradı ve gitti.

sonra bir kere daha aynısı oldu. otobüs durağındaydım, sonbaharın sonbahar olduğu bir gündü. muhtemelen karşılaşmayız diye şemsiyem yanımda değildi. tüm coşkusuyla bir anda geldi, kollarıma atıldı. durakta benimle beraber bekleyen insanlar, bu iki dostun kucaklaşmasına anlam veremediler, otobüse bindiğinde ayaklarının dibinde küçük bir göl oluşan ben ve benim gibilerden kaçındılar.

hasta oldum, o kadar sıkıca kucaklaşmamızdan zararla çıktım. izmirde sonbaharda dökülebilen tüm yapraklar birer birer düşüyordu, kış gelmeden işlerini bitirmek için acele etmeye başlamışlardı. arada yağmur yağıyordu, ama benim istediğim yağmur değildi bu, beni hasta eden yağmurdu, beraber çocuklar gibi oyunlar oynayamadığımız, soğuk ve sert yağmur. şemsiyem olmadan bir yere çıkmamaya başlamıştım ki bir anda farkettim, sonbahar bile bitmişti.

kalın giyinmezsem daha da üşüteceğimi söyledi doktor, annem yağmurda kalmamamı öğütlüyordu sürekli, saçlarım ıslanırsa daha beter hasta olurdum. kalın giyindim ve saçlarımı ıslatmadım. biten sonbahara saygımı sunamadan kışı karşıladım. kısa, gölgeli günler gelmişti ve sokaklarda kanyak içmeden yürüyemiyordum. ellerim hep üşüyordu ve eldivenler onları ısıtamıyordu. vazgeçemiyordum kışı dolaşmaktan, bir yerlerde ellerimi ısıtabilecek bir çift el bulacağımdan ümitliydim. kanyağı bile paylaşırdım onunla, yağmuru paylaşırdım.

ya yağmuru sevmiyorduysa? ben de onu sevmezdim, yağmuru sevemezse beni nasıl severdi ki. üzerimizde bir şemsiye olduktan sonra yağmur bile aramıza giremezdi, sadece etrafımızda dolaşırdı, nereye baksam onu görürdüm. deniz gibiydi yağmur, izmirin olmazsa olmazıydı. yağmuru sevmezse, şemsiyemi ona verir, arkamı döner, yağmurdan toplayabildiğim kadarını evime taşırdım. üzerimdeki yağmur kurumadan kanyağı çıkarır, beraber içerdim.

kapalı yerlerde durdum, sıkıldım. kahvenin tadını kışın alamıyorum. soğuk dışarısı, içeride bile ellerim üşüyor, dışarıyı istiyor belki de. eldivenleri bir arkadaşıma verdim, mutlu oldu zavallı, ellerin üşümesi eldivenle geçecekmiş gibi. bir elim kahve fincanını tutuyor şimdi, diğer elim ıslanmayı bekliyor. belki elimi ısıtacak insanla beraber yürürken dayamayıp ağlarız sokaklarda. o zaman şemsiyeyi de indiririm, yağmur da bizimle beraber ağlayabilsin diye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder