9 Ekim 2010 Cumartesi

staj yapamamak

yıllardır bitmedi okulum. okul bitmedikçe ben bittim sevgili dostlar. artık okula gittiğimde asistanlar beni görünce "bir iki üç yetmez/dört beş altı olsun/finallerde çocuğu koysun/obez kirpi mezun olsun" diye elleriyle şakşakşak yaparak tempo tutuyorlardı.

bir zaman geldi, vermem gereken tüm dersleri verdiğimi fark ettim. tabi bu zamana kadar, benim dönemimdeki arkadaşlar yüksek lisanstan tut yurtdışında çalışmaktan bırak, ortamın amına koymuşlardı resmen. benim yerime eşşek bağlasan yardoç olmuştu yani. napalım, bizim de namımız yürümüş, okulda bir ağırlığımız olmuştu. koridorlarda anfilerde bölümün ağasıymış gibi dolanıyor, zaman zaman sabi sübyana racon kesiyordum, çok da fena değildi yani.

ama bir sorun vardı. zira yapmam gereken zorunlu yaz stajımı 3 yıldır ertelediğim için mezun olamıyordum. staj başvurularını ta şubattan marttan yapmak gerektiğini öğütlüyordu arkadaşlar, ben de elimden geldiğince acele ederek ve haziran ortasında staj yeri aranmaya başladım. aceleyi sevmem.

şirketler başvuru maillarıma geri dönmüyordu, yani fw:fw: çok komik!!1! diye mail forwardlasalar bile razıydım ama cevap vermiyordu ibneler. bunalmıştım. naylon staj yapmak da istemiyordum. bölümün internet sitesindeki "staj arayanlar için firma iletişim bilgileri" bölümündeki bütün firmalara mail attım. ve evet, tam iki tanesinden cevap geldi. "üzgünüz, staj kadromuz dolmuştur...", bunu geç, diğeri neymiş, "gereken evraklarla başvurmanız halinde..." lan! hassiktir!

topuklarım götüme vura vura koşmaz mıyım ben şimdi buraya. koşarım, evrak mevrak alıp uçarım. küçücük bir ofis, ne güzel, klima da sonuna kadar açık oooh. staja kabul belgesinde gereken yeri imzaladılar, kaşe bastılar. başlama tarihim temmuz on beş, mezun olabilmek için son viraja girdim...

...

temmuz 15. lan adama mail attım kaçta geleyim diye cevap vermedi. en iyisi sekiz buçukta gideyim, iyidir sekiz buçuk, sekiz erken dokuz geç. vapur saatlerine bakayım, hmm, 7:55 vapuru iyi.

lan nasıl kalkacam ben 7de? uyumayayaım o zaman. yoksa uyusam mı? saat demin 1di, 3 olmuş, biraz uyuyayım... amk, uyuyamıyorum, saat 5 buçuk olmuş, en iyisi bg2 atayım... oha saat 7:45 olmuş...siktir vapur kaçtı.

otobüse bineyim. geldi, bindim. bu saatte bu trafik ne lan? lan gerizekalı, hangi saatte olacaktı ki trafik? ayaktayım, nohut gibi terliyorum gene, alnımdan damlıyor terler, işine giden bakımlı orta yaş ofis teyzeleri kötü kötü bakıyorlar bana. terlemek suç mu teyze, ben napayım, asıl terlememek suç bu havada, sizin terlemeden durabilmeniz insan haklarına aykırı amk, terleyin siz de, terli terli gidelim.

teyzelerle göz göze gelmemek için dışarıyı seyrediyorum, yol kayıp gidiyor, binalar, arabalar, sinemaların kapısı, camekanlar... fakat, demin kucak dansı yapıyordum, şimdi otobüste beş on kişi kalmış. amk, daldık kaçırdık durağı. öyle aptal aptal durma, düğmeye bas. "peki efendimiz".

gene otobüse mi binsem? nah binerim otobüse, daha önce karşıyaka otobüsüne bineyim derken altındağa tırmanmışlığım var, hem de dağın en tepesine, nasuh mahruki zor çıkar oraya. en iyisi yürüyeyim ben, hem daha vakit var, allahtan erken çıkmışım.

yürüyorum, ama terliyorum, izmir sıcağı bastırıyor, saat daha 8 buçuk civarı. yürüdükçe hararet yapıyorum, ter gene ensemden sırtıma akıyor, göğsümden göbeğime akıyor. izmir tekel bayileri bile yeni açılıyor sanki, su alıyorum, buzdolabına konalı daha 5 saniye olduğundan su değil ıhlamur şerefsizim. içtikçe daha çok terliyorum, uykusuzluk bastırıyor hafiften, güneş beynimi sikiyor. allahtan ofiste klima var.

geldim. 4. kata çıktım. saat tam 09:00. yüzümdeki teri silip kapıyı çalıyorum. sonunda vardım ya, aklımdan geçen tek şey içeri girip bir sandalyeye çökmek ve o soğuk havayı hissetmek. ama kapı açılmadı? bir daha çalayım...gene açılmadı. siktirin gidin lan, 9da açılmaz mı iş yeri, hiç kimse mi olmaz lan içeride. olm bunlar ofisçe tatile çıkmış olabilirler mi acaba, bu sıcakta durulur mu izmirde. başka olasılıkları da düşünüyorum; patron vefat etti ve iş yeri kapandı? vefat çok hardcore oldu, belki de sadece battılar? ı ıh. belki de ofisin yerini değiştirdiler, başka yere taşındılar... film senaryosu mu yazsam acaba, kaptırdım gidiyorum.

aynen geri dönüyorum eve. patrona mail: "9da geldim kimse yoktu". vuruyorum kafayı uyuyorum. akşam gmaile bakıyorum, patrondan cevap: "iş başlama saati 9 ama bazen x bey geç kalabiliyor". tek çalışanı mı var yoksa buranın, ofis küçük ama tek çalışan da olmaz yav. neyse yarın gene gideyim 9da.

-day 2-

gene uyumadım, bugün kesin başlayacam staja. sekiz bilmemkaç vapuruyla geçiyorum karşıya. saat 9:05, ben ofisin önündeyim gene. kapıyı çalıyorum...ses yok. sikerler, gideyim bir gazete alayım okurum vakit geçer gene giderim.

okuyorum gazeteyi. mal mal duruyorum sonra vakit daha da geçsin diye. gider gitmez masayı yumruklayacağım, "böyle olmaz ama x bey, mesainin 9da başlayacağını bildiğiniz halde patron geç geliyor diye siz de geç geliyorsunuz, böyle yavşaklık olmaz, bugüne kadar şirketimize yaptığınız katkılardan ötürü teşekkür ederiz, muhasebeye gidin hesabınızı kessinler"

parkta otururken bir arkadaşım ve sevgilisini görüyorum, yani onlar beni görüyor. birlikte kahvaltı yaptıktan sonra alsancaka geçmişler falan. "ne arıyon la bu saatte burada" muhabbet faslından sonra saatin 10:00 olduğunu görüp, "ben bi daha gideyim" diyorum ve gidiyorum.

fakat... kapı gene açılmıyor, x bey belki de şu anda evinde kahvaltı masasında gerinerek gazetesini okuyor ve ben burada yarrak gibi dikiliyorum. x beyi sikeyim, başka kimse yok mu lan, sen nasıl patronsun işini böyle çapulculara emanet ediyorsun.

arkadaşların yanına geri dönüyorum. oturuyoruz çay içiyoruz muhabbet ediyoruz. saat 11:00 oluyor. bir daha gidiyorum, bir daha kapı duvar. "sikerler" diyorum gene arkadaşların yanına gidiyorum. sıcaktan ve uykusuzluktan ambaleyo olmuşum. patrona mail atmayı düşünüyorum "9da mesai demişin da hahahahahha, seni ayakta sikiyorlar hocam, sikine takan yok ofisini, biraz geç kalır dediğin adam muhtemelen akşam üstü şöyle bir uğruyor, bir gün gel kendi gözlerinle gör - bir dost". lan yazık, kovmasın bir de elemanı.

bir anda kafama buranın ne kadar mükemmel bir iş yeri olduğu dank ediyor. patron, evet patron tam bir keyif adamı, ayda yılda bir proje alıp daha sonrasında yatan, rakısının mezesinin parasından fazlasında gözü olmayan kral bir şahsiyet. bu patronun yanında çalışanlar da tabi ki keyif pezevengi olacak, 9daki işe 3te 5te yaya yaya gidecek. iş kimsenin sikinde olmayacak, kimse kimsenin sikinde olmayacak, sadece klimanın dayanılmaz cazibesine kendini kaptıracaksın, sen boş boş monitöre bakarken o püfür püfür esecek. al sana dünyanın en mükemmel, en bohem iş yeri abijim.

plan yapmalıyım, burada çalışmalıyım, patrona iş için yalvarmalıyım. tek eleman çalışıyorsa da ona çamur atıp, iftira atıp, patronun gözünden düşürüp yerine ben geçmeliyim. sıcaktan kendimi kaybediyorum artık, sakin olmalıyım. saat 12 olmuş. eve dönmeliyim, dönmeliyiz...

"güneş annımın çatıyına işledi, hadi gidek gelüyünnüz mü?" diyorum bir anda. "ne diyon lan?" sesiyle kendime geliyorum. hava o kadar sıcak ki yavaş yavaş bir adanalıya dönüşmekte olduğumu fark ediyorum. bir bakkaldan soğuk su alıyoruz, biraz kendime geliyorum.

o değil de staja hala başlayamamıştım lan.

pazartesi tekrar gitmeye karar verdim, öğleden sonra üç gibi giderim, yatırılacak fatura, alınacak poğaça falan var mı diye sorarım, daha sonra da siksen gitmem.

1 yorum:

  1. filmin sonunda öyle bi şirket yokmuş beni yemişler demeni bekledim ama olmadı.

    YanıtlaSil